Kayıtlar

Çevresel Sürdürülebilirlikte Green Washing’den Uzak Durmak

Resim
Çevresel Sürdürülebilirlikte  Green Washing’den Uzak Durmak Bu bloğu takip edenler iletişimde yaşanan değişimleri takip etmeye, yeniliklere kapı aralamaya çalıştığımı bilirler. Bugün de 2010’lu yıllarda sıklıkla adını duymaya başladığımız sürdürülebilirlik iletişimi konusunu yazmak istiyorum. Öğrencisi olmanın ayrıcalığını ömrüm boyunca bir şeref madalyası gibi üzerimde taşıyacağım Cem İlhan ve Meral Saçkan hocalarım markalara iletişim önerisi getirirken marka gerçeklerini her zaman terazinin bir kefesinde, markanın kendini gördüğü yeri (çoğunda marka kendini olduğundan büyük görür, nadiren de küçük görür) ise diğer kefesinde tutmam gerektiğini söylerlerdi. Ben de naçizane, danışmanlığını üstlendiğim tüm müşterilerimde pusulamı bu düstura göre belirledim.  Yani müşterimin hiç bir isteğini sorgulamadan yerine getirmedim. Söylediği hiç bir şeyi sorgulamadan uygulamaya almadım. İşte yazımızın temasını da sürdürülebilirlik iletişiminde marka beyanının önemi oluşturuyor...

İletişimin yeni formu

Resim
İletişim fakültelerinin ilk dersi Shannon ve Weaver iletişim modelidir. Modele göre mesaj bir kaynaktan çıkarak bir araç marifetiyle alıcıya ulaştırılır. Örneğin Arkadaşım bana telefonda merhaba dediğinde; selamlama mesajı kaynaktan yani arkadaşımdan telefon marifetiyle alıcıya yani bana ulaştırılır. Çok basit, temel hatta en ilkel iletişim modeli olmasına rağmen zamandan bağımsız olması nedeniyle bu model halen öğretilir ve öğrenilir. (tabii akademik olarak model bu basitlikte incelenmez, kitle iletişimi açısından çok mühim bir modeldir) İlerleyen dönemlerde bu modelde eksiklik olduğu görülerek modele bir de gürültü kaynağı eklenmiştir. Gürültü, parazit olarak da adlandırabileceğimiz bu durum mesajın kaynaktan alıcıya giderken yolda uğrayacağı erozyonu anlatmaktadır. Yani arkadaşım bana telefonda merhaba dediğinde ben kalabalık bir ortamda olabilirim ve merhabasını gürültü nedeniyle duyamayabilirim. Öte yandan gürültü her zaman fiziksel olmak durumunda değildir. Yani bir günde orta...

Sosyal Medya suskunluk sarmalını kırdı mı?

Resim
Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann 80’lerde ortaya bir teori atar. Teoriye göre kişiler toplumdan dışlanma ya da yadırganma korkusuyla düşüncelerini dile getiremez, erteler ya da genel kanaat yönünde görüş bildirir. Özellikle siyasi iletişimde yoğunlukla karşılaşılan ve hatta işin uzmanları tarafından toplumlara empoze edilen bu teori günümüzde hâlâ çalışmakta mı bu yazıda bunu konuşacağız. (Elisabeth Noelle-Neumann 1916 - 2010) Suskunluk sarmalını kişilerin toplum tarafından kabul görmek için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesi olarak özetlersek, toplumda güçlü olan, ana akım medya tarafından kullanılan argümanların beslemesiyle yaşayan ve şekillenen toplumlar olduğumuzu da kabul etmek durumunda kalırız. Öyle ya kendi fikrimizi reddedilme korkusuyla asla söylemiyor karşısında olduğumuz fikrin sahibine sükut ikrardır deme hakkı tanıyoruz. Bir süre sonra bu sükut hali kabullenmeye ve hatta bazı zamanlar karşısında olduğumuz fikrin en ateşli s...

Peak Games olayı bir senaryo mu?

41 tane televizyon kanalında aynı anda reklamını yayınlatan Peak Games, tüm Türkiye’yi şaşırttı. İnsanların kafasında televizyonların hacklenme ihtimali dolaşırken kısa zamanda bunun bir reklam çalışması olduğu anlaşıldı. Sonrası malum, Audi’nin de birebir aynı reklam çalışması olduğu, fikrin müziğine kadar çalıntı olduğu kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Hatta iş bir boyut daha ileri gitti ve Peak Games ilgili reklam ajansına ABD merkezi dahil büyük bir dava açacağını duyurdu. Buraya kadar olayın özeti böyleydi. Bundan sonrası biraz kurgu biraz gerçek benim yorumumla devam edecek… İletişim çalışmalarında en büyük problem müşterinin yapılacak iş için yeterli bütçe ayırmamasıdır. Bu PR’da, reklamda ya da sosyal medya yönetimlerinde asla değişmez birinci maddedir. Her zaman bizi şaşırtacak bir iş olsun diyen müşteri, maalesef bu iş için bütçemiz “X” TL der ve o “X” genelde bir iki ay kemer sıksanız sizin bile karşılayabileceğiniz bir rakam olur. Bu gerçekten hareketle;...

İş mailinde emoji kullanılır mı?

Resim
İş hayatında yüz yüze iletişimi neredeyse sıfıra indirdik. Artık işlerimizi sanal asistanlarımızla çözüyor, sanal ortamlardan haberleşiyoruz. Elimizdeki kaynak bu olunca biz iletişim danışmanlarına düşen de firmalara bu iletişim aletlerini en etkili şekilde kullanılmasını söylemek oluyor. Yani maillerinizi etkili yazmak için akıcı bir metinle, olabildiğince kısa olarak derdimizi anlatmamız gerektiğini iletiyoruz. Tabii burada formal dil kullanımı da öne çıkıyor. Kimine göre; Türkçeyi katlederek “yapıyor olmak” fiiliyle kurulan cümleler son derece formalken, kimine göre de beyli bayanlı, sizli bizli araya İngilizce kelimeler serpiştirilmiş metinler son derece formal görünüyor. Elbette burada Türkçe’nin geleceğini ve nasıl mail atılması gerektiğini tartışmayacağım. Ancak geçenlerde gördüğüm bir blogta yer alan söyleşide iş maillerinde emoji (TDK henüz alternatif Türkçe bir kelime üretmedi) kullanımının olumlu sonuç yarattığı belirtiliyordu. Amerika’da iletişim üzerine k...

Lobi’de Bekliyoruz

Resim
Günümüzde halkla ilişkiler gerçek manasıyla yapılamıyor olsa bile lobi faaliyetleri önemini koruyor. Ancak bu konuda tıpkı diğer uygulamalarda olduğu gibi çağ dışı bir yol izleniyor. Önce lobi kötü bir şey mi onunla başlayalım. Lobi faaliyetleri, lobicilik kulağa hoş gelmeyen bir ifade. Ancak gerçek manada durum pek de göründüğü gibi değil. Örneğin her zaman Türkiye’nin özellikle AB kapsamında lobisinin olmadığından dert yanarız. Hatta 2000’li yıllarda (2006’ya kadar takip edebildim sonrasını maalesef bilemiyorum) Türkiye’nin önemli ajanslarından biri ülkemizin yurt dışı lobi faaliyetlerini yürütüyordu. Ne kadar başarılı olduğunu şimdiki durumumuzdan anlamak mümkün elbette. Lobicilik teriminin TDK karşılığı bile ‘Lobici olma durumu, dalancılık’ olarak geçiyor. İşin aslı lobi faaliyeti yeni hayata geçirilmiş bir oluşumun kamuoyu yaratması ve bilinirlik seviyesini yükseltme çalışmasından ibarettir. Ve evet, geçmişten günümüze önemini zerrece kaybetmeden gelmiş bir kavramdır. Doğru...
Resim
Jenerik Markalara Kriz Hiç Mi Dokunmaz Geçtiğimiz hafta incelediğimiz kriz kavramından sonra bir dost, ‘arkadaş kriz kavramı tamam, herkes inceliyor, herkesin heybesinde az biraz da olsa bilgi var ve paylaşıyor… Ama jenerik markalara dokunan yok!’ demişti. Hakikaten aldı beni bir düşünce, o kadar jenerik marka var, bu sektörlerde hiç mi kriz yok? Biraz araştırdım, birkaç kaynağa baktım sonuç tam bir felaket… Krizlerin sayısından çok, önlem alınmıyor oluşu ürküttü beni. Gelin ilk olarak jenerik marka nedir, ne değildir onu inceleyerek başlayalım bugünkü yazımıza… Jenerik marka denince ilk akla gelen, ürünle özdeşleşip ürünün ismi olarak kullanılır duruma gelmiş olan markalar diyebiliriz. Örneğin kot Türkiye'deki ilk jean pantolon markasıdır, marka ülkemizden çoktan silinip gitmiş olsa da Jean pantolonlar halen kot adıyla anılmaktadır. Bugün yaygın olarak; Nescafe, Oralet, Jeep, Uhu, Chokella, Şaşal, Pimapen, Nylon, Atari, Camsil, Kalebodur gibi birçok jenerik markayı g...