Kayıtlar

Sosyal Medya suskunluk sarmalını kırdı mı?

Resim
Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann 80’lerde ortaya bir teori atar. Teoriye göre kişiler toplumdan dışlanma ya da yadırganma korkusuyla düşüncelerini dile getiremez, erteler ya da genel kanaat yönünde görüş bildirir. Özellikle siyasi iletişimde yoğunlukla karşılaşılan ve hatta işin uzmanları tarafından toplumlara empoze edilen bu teori günümüzde hâlâ çalışmakta mı bu yazıda bunu konuşacağız. (Elisabeth Noelle-Neumann 1916 - 2010) Suskunluk sarmalını kişilerin toplum tarafından kabul görmek için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesi olarak özetlersek, toplumda güçlü olan, ana akım medya tarafından kullanılan argümanların beslemesiyle yaşayan ve şekillenen toplumlar olduğumuzu da kabul etmek durumunda kalırız. Öyle ya kendi fikrimizi reddedilme korkusuyla asla söylemiyor karşısında olduğumuz fikrin sahibine sükut ikrardır deme hakkı tanıyoruz. Bir süre sonra bu sükut hali kabullenmeye ve hatta bazı zamanlar karşısında olduğumuz fikrin en ateşli s...

Peak Games olayı bir senaryo mu?

41 tane televizyon kanalında aynı anda reklamını yayınlatan Peak Games, tüm Türkiye’yi şaşırttı. İnsanların kafasında televizyonların hacklenme ihtimali dolaşırken kısa zamanda bunun bir reklam çalışması olduğu anlaşıldı. Sonrası malum, Audi’nin de birebir aynı reklam çalışması olduğu, fikrin müziğine kadar çalıntı olduğu kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Hatta iş bir boyut daha ileri gitti ve Peak Games ilgili reklam ajansına ABD merkezi dahil büyük bir dava açacağını duyurdu. Buraya kadar olayın özeti böyleydi. Bundan sonrası biraz kurgu biraz gerçek benim yorumumla devam edecek… İletişim çalışmalarında en büyük problem müşterinin yapılacak iş için yeterli bütçe ayırmamasıdır. Bu PR’da, reklamda ya da sosyal medya yönetimlerinde asla değişmez birinci maddedir. Her zaman bizi şaşırtacak bir iş olsun diyen müşteri, maalesef bu iş için bütçemiz “X” TL der ve o “X” genelde bir iki ay kemer sıksanız sizin bile karşılayabileceğiniz bir rakam olur. Bu gerçekten hareketle;...

İş mailinde emoji kullanılır mı?

Resim
İş hayatında yüz yüze iletişimi neredeyse sıfıra indirdik. Artık işlerimizi sanal asistanlarımızla çözüyor, sanal ortamlardan haberleşiyoruz. Elimizdeki kaynak bu olunca biz iletişim danışmanlarına düşen de firmalara bu iletişim aletlerini en etkili şekilde kullanılmasını söylemek oluyor. Yani maillerinizi etkili yazmak için akıcı bir metinle, olabildiğince kısa olarak derdimizi anlatmamız gerektiğini iletiyoruz. Tabii burada formal dil kullanımı da öne çıkıyor. Kimine göre; Türkçeyi katlederek “yapıyor olmak” fiiliyle kurulan cümleler son derece formalken, kimine göre de beyli bayanlı, sizli bizli araya İngilizce kelimeler serpiştirilmiş metinler son derece formal görünüyor. Elbette burada Türkçe’nin geleceğini ve nasıl mail atılması gerektiğini tartışmayacağım. Ancak geçenlerde gördüğüm bir blogta yer alan söyleşide iş maillerinde emoji (TDK henüz alternatif Türkçe bir kelime üretmedi) kullanımının olumlu sonuç yarattığı belirtiliyordu. Amerika’da iletişim üzerine k...

Lobi’de Bekliyoruz

Resim
Günümüzde halkla ilişkiler gerçek manasıyla yapılamıyor olsa bile lobi faaliyetleri önemini koruyor. Ancak bu konuda tıpkı diğer uygulamalarda olduğu gibi çağ dışı bir yol izleniyor. Önce lobi kötü bir şey mi onunla başlayalım. Lobi faaliyetleri, lobicilik kulağa hoş gelmeyen bir ifade. Ancak gerçek manada durum pek de göründüğü gibi değil. Örneğin her zaman Türkiye’nin özellikle AB kapsamında lobisinin olmadığından dert yanarız. Hatta 2000’li yıllarda (2006’ya kadar takip edebildim sonrasını maalesef bilemiyorum) Türkiye’nin önemli ajanslarından biri ülkemizin yurt dışı lobi faaliyetlerini yürütüyordu. Ne kadar başarılı olduğunu şimdiki durumumuzdan anlamak mümkün elbette. Lobicilik teriminin TDK karşılığı bile ‘Lobici olma durumu, dalancılık’ olarak geçiyor. İşin aslı lobi faaliyeti yeni hayata geçirilmiş bir oluşumun kamuoyu yaratması ve bilinirlik seviyesini yükseltme çalışmasından ibarettir. Ve evet, geçmişten günümüze önemini zerrece kaybetmeden gelmiş bir kavramdır. Doğru...
Resim
Jenerik Markalara Kriz Hiç Mi Dokunmaz Geçtiğimiz hafta incelediğimiz kriz kavramından sonra bir dost, ‘arkadaş kriz kavramı tamam, herkes inceliyor, herkesin heybesinde az biraz da olsa bilgi var ve paylaşıyor… Ama jenerik markalara dokunan yok!’ demişti. Hakikaten aldı beni bir düşünce, o kadar jenerik marka var, bu sektörlerde hiç mi kriz yok? Biraz araştırdım, birkaç kaynağa baktım sonuç tam bir felaket… Krizlerin sayısından çok, önlem alınmıyor oluşu ürküttü beni. Gelin ilk olarak jenerik marka nedir, ne değildir onu inceleyerek başlayalım bugünkü yazımıza… Jenerik marka denince ilk akla gelen, ürünle özdeşleşip ürünün ismi olarak kullanılır duruma gelmiş olan markalar diyebiliriz. Örneğin kot Türkiye'deki ilk jean pantolon markasıdır, marka ülkemizden çoktan silinip gitmiş olsa da Jean pantolonlar halen kot adıyla anılmaktadır. Bugün yaygın olarak; Nescafe, Oralet, Jeep, Uhu, Chokella, Şaşal, Pimapen, Nylon, Atari, Camsil, Kalebodur gibi birçok jenerik markayı g...
Resim
Pazarlama ve İletişim Açısından Kriz Yönetimi Hepimizin defalarca duyduğu adeta ezber ettiği kriz iletişimi etik ilkelerinden ya da kriz aşamalarından bahsedip vaktinizi boşa harcatacak değilim. Kriz kavramı TDK’da ekonomi anlamıyla aratıldığında ‘çöküntü’ anlamı karşımıza çıkıyor. Hep konuşulan Japonca’da da ‘fırsat’ denir ama yanıtı vardır birde. Peki bu ‘Kriz’ fırsat mı yoksa çökünkü mü? Öncelikle, kendi adıma fırsat diyenleri bir kalemde yalanlayabilirim. Bir şirketin karşı karşıya kaldığı kriz hiçbir zaman hiçbir aşamada fırsat olamaz. Fakat gelecekte benzer durumla karşılaşmamak için iyi bir ders olur olsa olsa… Öte yandan, şirketiniz özelinde değil de bulunduğunuz sektöre ya da bölgeye dair bir kriz varsa işte o zaman kriz fırsata çevrilebilir. Biraz etik değerleri hiçe saymanın kimseye bir zararı olmaz, biraz da benden sonrası tufan, günü kurtarayım da gelecek ile işim olmaz derseniz, evet sektörel ya da bölgesel krizi fırsata çevirebilirsiniz. Ancak bu durum size bırakı...

Bugünün İletişim Danışmanları Aslında Birer Emlakçı

Yaşlı adam, hırıldayan bir sesle ‘Gazetecilik öldü’ diye ünledi… ‘Eskiden haber kaynağı olarak gördüğümüz halkla ilişkiler çalışanlarını, artık rant ve para (hediye) kaynağı olarak görüyoruz’ diye devam etti sözlerine… Evet, eski gazetecilerin çoğundan duyuyoruz bu ve benzeri sözleri.  Betül Mardin ve rahmetli Alaeddin Asna öncülüğünde tanıştığımız ve meşhur 1961 ana yasasının sendikalaşma hakkını getirmesiyle hayatımızda iyice yer edinen halkla ilişkiler kavramının bugün bulunduğu konum, giriş aşamasıyla aynı mı acaba? Bu soruya çok net bir şekilde hayır diyebiliriz. Bugünkü yaklaşımı ben daha çok emlakçılığa benzetiyorum. 60’lı yıllarda amaçları; itibar yönetimini güçlendirmek, kurumları krizlere karşı korumak ve onları sosyal sorumluluk projeleriyle kamu yararına çalışmaya teşvik etmek olan halkla ilişkiler profesyonelleri, bugün sadece medya ilişkisi sağlıyor. 90’lı yıllarda, bugün duayen olarak kabul gören birkaç kişinin gazete ziyaretlerinde beraberlerinde götürdükle...