Kayıtlar

Siyasal İletişimde Temel Stratejiler

1930’lu yıllarda ABD özelinde başlayan seçim kampanyalarının en etkininin 1952 yılında yaşanan seçimlerde Eisenhower zamanında gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ülkemizde ise devlet radyosunun seçim propagandalarında kullanılmasına izin verildiği 1945 yılını esas alarak kullanabiliriz. Ancak ilk kampanya denince akla 1979 yılı seçimleri ve Cen Ajans gelmekte elbette. 79 yılında Cen Ajans Adalet Partisi için siyasal gazete reklamları hazırlamanın yanı sıra kampanyada kullanılacak kasetleri de hazırlamıştı. Günümüze geldiğimizde artık seçim kampanyaları, hatta milletvekili adayları dahi ağızlarından çıkacak her sözü, yapacakları her hareketi iletişim danışmanlarından onay almadan yapmamaktalar. Bu kadar yoğun ve stresli bir dönemin iletişim planlaması dea elbette büyük önem arz ediyor. Seçmeni ikna edebilmek adına uygulanan ikna stratejileri , günümüzde de hala çalışır anahtar olarak ön plana çıkıyor. Bu stratejilerden Canvassing (yüz yüze oy toplama) adayın kapı kapı geze...

Marka Stratejileri

Resim
Marka Stratejileri Markalama stratejileri elbette rekabetçi yapılar göz önüne alınarak hazırlanan, klasik ya da modern anlamda rekabetçi ortama hizmet eden yaklaşımlardır.        Genel olarak rekabet stratejilerine baktığımızda “Maliyet Liderliği Stratejisi”  “Odaklanma Stratejisi” “Farklılaşma Stratejisi” olarak üç ana başlık karşımıza çıkmaktadır.  Genel rekabet stratejileri içinde maliyet liderliği hem anlaşabilirlik olarak, hem de uygulama olarak en kolay stratejik yaklaşım olarak görülmektedir. Bu strateji benimsenerek maliyetler, rakiplerinkinin altına düşürülebilir ve bu sayede daha fazla değer yaratılarak bu değerler bütünü örgütsel katma değer içinde son kullanıcıya sunulabilir. Ancak sistemin çalışabilirliliği açısından konunun çok iyi dokunmuş ve incelenmiş olması gerekir. Maliyetleri düşürerek son kullanıcıya pazarda bulunan rakip firmalardan daha ucuz ürün / hizmet satmak, akla yatkın gelse de marka büyüklüğü, bu indirimleri kaldırabi...
Reklamlara Yabancılaşmak           Hızla globalleşen dünya da iletişim çalışmalarının yerel kalabileceğini düşünmek, iyimser bir yaklaşımdan öteye gidemez…           Elbette global iletişim çalışmalarının reklam veren ve reklam ajansları açısından faydaları da bulunmaktadır. Örneğin reklam verenlerin en büyük sorunu olan “kurumsal imaj” bu anlayış sayesinde tek bir elde kolaylıkla toplanabilir ve tüketici üzerinde istenen etki kolaylıkla yakalanabilir.           Ancak, öte yandan global reklamlar da göze batan en büyük sorun, kesinlikle samimiyetsiz duruşlarıdır. Günümüz reklamcılarının bile hedef kitle tespitinde en çok zorlandıkları konu olan tüketici iç görüsü yakalamak, global reklamlarda söz konusu olmadığı için reklamın yayınlanacağı ülkelerdeki kültürle uzaktan yakından ilgisi olmayan samimiyetsiz çalışmalar ortaya çıkmakta bu durum tüketicinin irite olmasına ve üründen soğumasına neden olmaktadır. E...

ÇOCUK HER ZAMAN SATAR MI?

Serdar Erener’in beklide reklam dünyasına bahşettiği en büyük yenilik çocuk satar felsefesidir. Eskilerin deyimiyle “Seks Satar” neredeyse tamamen reklam lügatimizden çıktı ve yerine “Çocuk Satar” yerleşti. Başlangıcı 90’lı yıllara, sucu çocuk reklamına dayanan bu felsefe günümüzde gerçekten çalışıyor mu? Bu sorunun maalesef “evet” ya da “hayır” gibi net bir yanıtı yok. Burada pek çok etken reklamın başarısını doğrudan etkilemekte. Bunu en iyi açıklayacak örnek zannediyorum aynı sektörden iki reklamı incelemek olacak. Bunlardan ilki bir Mercedes reklamı; http://www.vidivodo.com/227062/mercedes-komik-reklam Reklamda gördüğümüz gibi bir çocuk sevgiyle ve o saf sevenciliğiyle aynı bir çiçek gibi oyuncak arabasını toprağa ekerse büyüyerek gerçek bir Mercedes olacağını düşünüyor. Hemen hepimizin kalbine dokunan bizi bir şekilde yakalayarak güven ve sıcaklık duygusu aşılayan bu reklamda çocuk kullanmak kadar doğal bir şey olamaz sanırım. Burada çocuk kesinlikle bir met...

Sağlıklı Cips mi? Eğlencelik Cips mi?

Türkiye’de ve Dünya’da ölmeyecek sektörlerden biri hiç şüphesi yiyecek sektörüdür. Envai çeşit yiyecek bu gün marketlerde bizleri beklerken, biz Türk tüketicisinin kalbine girmeyi bir türlü başaramayan bir sektörden “cips” sektöründen bahsedelim. Evet atıştırmalık ürün segmentine giren cips kendini Türk tüketicisinin milli yiyeceği yapmayı bir türlü başaramamış bir üründür. Zannediyorum bu konuda herkes hemfikirdir. Peki ama neden? 1988 yılında uzay gıda ile Türk tüketicisi ile ilk kez tanışan bu ürün pazara geç girdiği için pazarda kendine yer bulamadı cümlesi kesinlikle doğru değildir. Mesela 1990 yılında ilk hazır çorba ile tanışan Türk tüketicisi bu ürünü çabuk benimsemiştir. Ve bugün çorbaların %90’a yakını bu şekilde hazırlanmaktadır. Tabii bu gelişmede doğru iletişim stratejisinin yeri yadsınamaz. Bizim olmayan hazır çorbayı sanki yıllardır bizimmiş gibi bize sunan iletişimciler bu doğru hamlenin ekmeğini bu gün Pazar lideri olarak sürmekteler elbette. Esas konumuz olan cip...

Hükümdar Markalar

Günümüzde tüm firmalar, Kobisinden, Obisine kadar hepsi kendini bir marka, bir hükümdar olarak görmekte, isimlerin bile trade’i alınmaktadır. Bu gün Hülya marka dergi, Madonna marka parfüm bulabiliyorsak aslında markalaşmanın ne boyutta olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz demektir. Her marka eskiden hayatımızda bir yeri sahiplenirdi. Örneğin hürriyet gazetesi en iyi haber kaynağıydı. Yani haber ihtiyacımızı ancak Hürriyet giderir derdik. Bugün durum değişti artık özgürlük istiyorsak Hürriyet okumalıyız. İnsanı hayrete düşürüyor değil mi? Bir marka çıkıyor özgürlüğümüzü sahipleniyor. Yada Turkcell eskiden iletişim deviydi bugün Turkcell ile hayata bağlanabiliyoruz. Yani Turkcell olmadan hayatta değiliz, ölüyüz. Markalar elbette hayatımızda bir şeyleri sahiplenmeli yoksa yaşayamazlar. Ancak bu kadar hırs bu kadar ihtiras neden? Düşünün Turkcell kullanıyor olmak sizi diğer operatör kullananlardan daha üstün yada daha imtiyazlı kılar mı? Hayır der gibisiniz, ancak Turkcell evet diyor. ...

SANAL MARKALAR SAVAŞI

Hepimiz, MIRC ile tanıştık internet ile. Aslında 90’lı yılların ilk yarısına çocuk yaşta girenler demek daha doğru bir yaklaşım olacak galiba. Türkiye de internetin gelişini 1993 yılı olarak esas alırsak bu günün genç hatta orta yaş sınıfına dâhil olan kişileri, o zamanın çocuklarıydı. Doğru düzgün Türkçe bir site bulamadığımız için yada bulsak da çok güzel kızlarla ve süper yakışıklı erkeklerle tanışmak bize daha cazip geldiği için sevdik zurna ve aywa kanallarını. Öyle ya gündelik yaşamımızda merhaba bile diyemeyip melaba dediğimiz kızlar ve erkekler artık “slm, nbr, asl,” uzaklığındaydı. Netimiz yavaştı, 33,600 kbps. Bugün cep telefonlarının 3G paketlerinin hatta Edge paketlerinin bile kullanmadığı bir hızdı ve P100’ler ile tanıştık internetle. Hepimizin konuyla ilgili ayrı bir hikayesi vardır. Mesela ben ilk kez bir internet sayfasını doktor bir tanıdığımızın evinde görmüştüm. Hatta diğer odada TV izliyordum ve içerden “Ali Rıza gel internet açtı amcan bir daha göremeyebilirsin...