Sosyal Medya suskunluk sarmalını kırdı mı?


Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann 80’lerde ortaya bir teori atar. Teoriye göre kişiler toplumdan dışlanma ya da yadırganma korkusuyla düşüncelerini dile getiremez, erteler ya da genel kanaat yönünde görüş bildirir. Özellikle siyasi iletişimde yoğunlukla karşılaşılan ve hatta işin uzmanları tarafından toplumlara empoze edilen bu teori günümüzde hâlâ çalışmakta mı bu yazıda bunu konuşacağız.
(Elisabeth Noelle-Neumann 1916 - 2010)

Suskunluk sarmalını kişilerin toplum tarafından kabul görmek için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesi olarak özetlersek, toplumda güçlü olan, ana akım medya tarafından kullanılan argümanların beslemesiyle yaşayan ve şekillenen toplumlar olduğumuzu da kabul etmek durumunda kalırız. Öyle ya kendi fikrimizi reddedilme korkusuyla asla söylemiyor karşısında olduğumuz fikrin sahibine sükut ikrardır deme hakkı tanıyoruz. Bir süre sonra bu sükut hali kabullenmeye ve hatta bazı zamanlar karşısında olduğumuz fikrin en ateşli savunucusu olmaya bile itiyor bizi.
 
Ancak 2000’li yıllarda oluşturmaya başladığımız kişisel medyalarımız üzerinden hepimiz yayıncı olduktan sonra suskunluk sarmalının da kırılacağını, hepimizin kendi medyalarımız üzerinden açıklayacağımız fikirlerimizle reddedilme korkusu yaşamayacağımız için çeşitliliğin artacağını var saymıştık. Hatta ana akım medya diye bir kavramın kalmayacağını yüksek sesle söyler olmuştuk. Popüler olsun ya da olmasın herhangi birinin sesini duyurmak için artık bir medya kuruluşuna ihtiyacı yoktu. Bir sosyal medya hesabı açarak özgürce dilediğini söyleyebilir, özellikle gazetelerde bulunan eşik bekçilerine (editör, yazı işleri müdürü vb. pozisyonla haberleri kontrol eden ve onaylayan kişiler) takılmadan dilediği mesajı hedef kitlesi ile buluşturabilirdi. Üstelik, TV, radyo ve kısmen gazeteler anlık tüketilen medyalar olmasına karşın sosyal medya mesajları biz silmediğimiz sürece yayınlamaya devam ettiği için çok daha kullanışlı bir hal alıyordu. Hazırladığınız bir içerik uzun seneler sonra dahi hedef kitleniz tarafından görülebilir ve mesajınız eksiksiz onlara ulaşabilir oluyordu. Bir mesajın tam olarak anlaşılabilmesi için en az 7 kez verilmesi gerekliliği teorisini de hesaba katarsak kral öldü yaşasın yeni kral diyebilirdik.

Ne yazık ki o yıllarda başlayan farklılaşma hayali medya patronlarının işe el atmasıyla son bulmasa bile beklentileri karşılar seviyede olmadı. Medyamızı takip eden kişiler birinci derece akrabalar, arkadaşlar ve tam olarak bizimle aynı düşünceye sahip kişilerden öteye geçmedi. Tabii bu da beraberinde artık herkes özgürce konuşabilecek, söyledikleri farklı düşüncelerini insanlar tarafından özgürce eleştirilebilecek yani suskunluk sarmalı teorisi rafa kalkacak tezini çürüttü. Zira sosyal medyamız üzerinden paylaştığımız bir fikre alkış tutmayanları engelleyerek medyamızda kendi sansürümüzü uygulamaya başladık. Tersi durumda da yani bir fikri beğenmediğimiz ya da katılmadığımızı belirttiğimiz anda kişiler bizi engelledi ya da çoğunluk aynı fikirdeki takipçilerden oluştuğu için sosyal medya linçleri gündeme geldi.
 
Reklam pastasını kaybetmek istemeyen medya patronları da tüm medyaları için ayrı sosyal medya hesapları oluşturunca kişiler de bu hesaplardan ya da ana akım medyadan tanıdığımız kişilerin kendi hesaplarından haber almayı sürdürdü.
Tabii işin bir de yalan haber boyutu var. Süreç böyle ilerlerken özellikle gezi parkı olayları gibi suistimale açık konularda çıkan yalan ya da çarptırılmış haberler kişilerin herhangi bir denetim olmaksızın haber yapmasının sakıncalı boyutunu gözler önüne serdi.

Hâl böyle olunca biz de haberleri ana akım (popüler) medyadan almaya devam eder olduk. Halen her medya kuruluşunun sahip olduğu siyasi çizgi paralelinde gelen haberlerin altına farklı bir yorum yaptığımızda da sosyal medya linçine kurban gidiyoruz. Haberi beğenmezsek ya kanalı takip etmiyoruz ya da ilgili içeriğin altına yorumumuzu yazmıyoruz. Kısacası genel teamüllerin dışına çıkmadan haber almayı sürdürüyoruz.

Dolayısıyla 80’li yıllarda Neumann’ın ortaya attığı teori zayıflamak ya da etkisini kaybetmek bir yana güçlenerek yoluna devam ediyor demek yerinde olacaktır. Gün geçtikçe daha çok susan, sadece kendimizi ait hissettiğimiz cenahta yüksek sesle konuşan bizler asla çeşitliliğin tadına varamayacağız gibi görünüyor. Burada insan egosunun yanı sıra suskunluk sarmalının; korku güdüsüyle insanları nasıl şekillendirdiğinin, nasıl tek tip insan modeli yarattığının ve bu durumun iktidar, muhalefet ayrımı olmaksızın siyasi erkin nasıl işine geldiğinin de payı büyük.  

 

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Elinize, emeğinize sağlık. Ben de büyük baronların reklam gelirlerini kaybetmek pahasına özgür medyaya izin vermeyeceğini düşünüyorum. Ancak bizlerin beğenmediğimiz yorum sahibini engellememizin bu amaca hizmet ettiğini düşünmemiştim hiç. Farklı bir bakış açısı, hak verdim size. Özetle güzel yazı olmuş, tebrikler.

Bu blogdaki popüler yayınlar

İş mailinde emoji kullanılır mı?

Siyasal İletişimde Temel Stratejiler