Sosyal Medya suskunluk sarmalını kırdı mı?
Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann 80’lerde
ortaya bir teori atar. Teoriye göre kişiler toplumdan dışlanma ya da yadırganma
korkusuyla düşüncelerini dile getiremez, erteler ya da genel kanaat yönünde
görüş bildirir. Özellikle siyasi iletişimde yoğunlukla karşılaşılan ve hatta
işin uzmanları tarafından toplumlara empoze edilen bu teori günümüzde hâlâ
çalışmakta mı bu yazıda bunu konuşacağız.
Suskunluk sarmalını kişilerin toplum tarafından kabul görmek
için kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp suskunluğa bürünmesi olarak
özetlersek, toplumda güçlü olan, ana akım medya tarafından kullanılan
argümanların beslemesiyle yaşayan ve şekillenen toplumlar olduğumuzu da kabul etmek
durumunda kalırız. Öyle ya kendi fikrimizi reddedilme korkusuyla asla söylemiyor
karşısında olduğumuz fikrin sahibine sükut ikrardır deme hakkı tanıyoruz. Bir
süre sonra bu sükut hali kabullenmeye ve hatta bazı zamanlar karşısında olduğumuz
fikrin en ateşli savunucusu olmaya bile itiyor bizi.
Ancak 2000’li yıllarda oluşturmaya başladığımız kişisel
medyalarımız üzerinden hepimiz yayıncı olduktan sonra suskunluk sarmalının da
kırılacağını, hepimizin kendi medyalarımız üzerinden açıklayacağımız
fikirlerimizle reddedilme korkusu yaşamayacağımız için çeşitliliğin artacağını
var saymıştık. Hatta ana akım medya diye bir kavramın kalmayacağını yüksek
sesle söyler olmuştuk. Popüler olsun ya da olmasın herhangi birinin sesini duyurmak için artık
bir medya kuruluşuna ihtiyacı yoktu. Bir sosyal medya hesabı açarak özgürce
dilediğini söyleyebilir, özellikle gazetelerde bulunan eşik bekçilerine
(editör, yazı işleri müdürü vb. pozisyonla haberleri kontrol eden ve onaylayan
kişiler) takılmadan dilediği mesajı hedef kitlesi ile buluşturabilirdi. Üstelik,
TV, radyo ve kısmen gazeteler anlık tüketilen medyalar olmasına karşın sosyal medya
mesajları biz silmediğimiz sürece yayınlamaya devam ettiği için çok daha
kullanışlı bir hal alıyordu. Hazırladığınız bir içerik uzun seneler sonra dahi
hedef kitleniz tarafından görülebilir ve mesajınız eksiksiz onlara ulaşabilir
oluyordu. Bir mesajın tam olarak anlaşılabilmesi için en az 7 kez verilmesi
gerekliliği teorisini de hesaba katarsak kral öldü yaşasın yeni kral
diyebilirdik.
Ne yazık ki o yıllarda başlayan farklılaşma hayali medya
patronlarının işe el atmasıyla son bulmasa bile beklentileri karşılar seviyede
olmadı. Medyamızı takip eden kişiler birinci derece akrabalar, arkadaşlar ve
tam olarak bizimle aynı düşünceye sahip kişilerden öteye geçmedi. Tabii bu da
beraberinde artık herkes özgürce konuşabilecek, söyledikleri farklı düşüncelerini
insanlar tarafından özgürce eleştirilebilecek yani suskunluk sarmalı teorisi
rafa kalkacak tezini çürüttü. Zira sosyal medyamız üzerinden paylaştığımız bir
fikre alkış tutmayanları engelleyerek medyamızda kendi sansürümüzü uygulamaya
başladık. Tersi durumda da yani bir fikri beğenmediğimiz ya da katılmadığımızı
belirttiğimiz anda kişiler bizi engelledi ya da çoğunluk aynı fikirdeki
takipçilerden oluştuğu için sosyal medya linçleri gündeme geldi.
Reklam pastasını kaybetmek istemeyen medya patronları da tüm
medyaları için ayrı sosyal medya hesapları oluşturunca kişiler de bu hesaplardan
ya da ana akım medyadan tanıdığımız kişilerin kendi hesaplarından haber almayı
sürdürdü.
Tabii işin bir de yalan haber boyutu var. Süreç böyle ilerlerken
özellikle gezi parkı olayları gibi suistimale açık konularda çıkan yalan ya da
çarptırılmış haberler kişilerin herhangi bir denetim olmaksızın haber
yapmasının sakıncalı boyutunu gözler önüne serdi.
Hâl böyle olunca biz de haberleri ana akım (popüler)
medyadan almaya devam eder olduk. Halen her medya kuruluşunun sahip olduğu siyasi
çizgi paralelinde gelen haberlerin altına farklı bir yorum yaptığımızda da sosyal
medya linçine kurban gidiyoruz. Haberi beğenmezsek ya kanalı takip etmiyoruz ya
da ilgili içeriğin altına yorumumuzu yazmıyoruz. Kısacası genel teamüllerin dışına
çıkmadan haber almayı sürdürüyoruz.
Dolayısıyla 80’li yıllarda Neumann’ın ortaya attığı teori
zayıflamak ya da etkisini kaybetmek bir yana güçlenerek yoluna devam ediyor
demek yerinde olacaktır. Gün geçtikçe daha çok susan, sadece kendimizi ait
hissettiğimiz cenahta yüksek sesle konuşan bizler asla çeşitliliğin tadına
varamayacağız gibi görünüyor. Burada insan egosunun yanı sıra suskunluk
sarmalının; korku güdüsüyle insanları nasıl şekillendirdiğinin, nasıl tek tip
insan modeli yarattığının ve bu durumun iktidar, muhalefet ayrımı olmaksızın
siyasi erkin nasıl işine geldiğinin de payı büyük.
Yorumlar